"Hikayeleşen Kareler, Fotoğraflanan Cümleler"

1957 Burhaniye doğumlu, dedeleri Balkanlar’dan gelmiş, Ali İhsan Ataç ile birlikteyiz bugün. Kendisiyle kız kardeşi Hatice Ataç ile 34 yıldır birlikte işlettikleri Anıl Konfeksiyon mağazasında görüştük.
Hangi mahallede doğdunuz Ali Bey?
Mahkeme Mahallesi’nde bahçeli büyük bir evde… Şimdi evde insan yaşamıyor ama eşyalarıyla olduğu gibi duruyor o ev.
Sahi mi? Birçok insana nasip olmayan bir şey, doğduğu evin hala ayakta duruyor olması. Nasıl bir duygu bu?
Biz Balkan göçmeniyiz. 1893 göçmeni dedeler. Aile balkan savaşları sırasında buraya geldiği için birbiriyle dayanışma içinde yaşamış hep. Sağımızdaki solumuzdaki evler hep akrabamızdı. Mahalle aileye ait gibiydi. Ama sonra büyükler ölünce mirasçılar evlerini sattılar. Evler el değiştirdi. Doğa parkının alt kısmında olan bir yer.
Babam marangozdu, eski garaja yakındı dükkânı. Eski garajın oradan aşağıya inerken o cadde, Burhaniye’nin ilk sanayi sitesiydi, daha doğrusu caddesi. O zamanlar nüfus az tabii, ben altı yedi bin nüfuslu halini hatırlıyorum. Eski belediyeyi, eski belediyenin önündeki kasap dükkânlarını… Buzdolabı olmayan dükkânlardı onlar. Birer tane kütük, işte kancalar, kasap haber verir, eşine dostuna, işte gel, hayvan keseceğiz diye, bir gün önceden sipariş verirsin. Durmadan akşama kadar bunu parçalayıp satarlar.
Tabii marangoz dükkânlarında da araç gereç de yok şimdiki gibi, elde yapılıyordu her şey. Mesela biz tutkalı falan kendimiz yapardık.


Burhaniye de bu işi yapmak tatmin ediyor mu? Özellikle ekonomik açıdan soruyorum tabii.
Tatminkarlık göreceli bir şey tabii. Şöyle ki, buranın ticari potansiyeli zaten az. Ama gelişen süreç içinde her şeyden önce nüfus çok ciddi bir şekilde arttı. Demin dediğim gibi ben 62 yaşındayım. Kasabanın altı yedi bin nüfuslu olduğu zamanı hatırlıyorum. Şimdi altmış bin nüfus var. Bir de sanayide büyüdüğüm için Burhaniye’nin ticari gelişimini de biliyorum ben. Biz marangoz olarak kereste almaya Edremit’e giderdik. Pamuk da ekiyorduk o zamanlar, tarlada motor bozuluyordu, Burhaniye’de tamirci yok. Motoru Edremit’e götürüyorduk mecburen, yani burada esnaf ve ticaret yoktu. Ayakkabı alayım dersin, ya pazara gelen ayakkabıcıdan alacaksın ya da o zaman ısmarlama yaptırıyorsun, Hanay Cami’nin altında esnaflar vardı, orada yaptırırdık. Yani hiçbir şeyin olmadığı bir Burhaniye düşünün. Ziraat Bankası, Stat, stadın arkasında savcının iki katlı bir evi vardı kırmızı, çarşısı da yorgancılar sokağıydı. O da iğne iplik, birkaç kumaş. Bir de Koca Cami’den Hanay Cami’ne inen sokakta camcı, hırdavatçı, boyacı. O sanayi caddesinde bir iki marangoz, demirci. Sonra tarımımın gelişmesiyle bir iki traktör tamircisi, hepsi bu... O zamandan şimdiye bakarsan her şey çok farklı.
Siz marangozlukta babanıza yardımcı mı oldunuz?
Ben liseyi bitirinceye kadar babamla beraberdim. Üniversiteye gittikten sonra babam devam etmedi. Ben Ankara’da makine mühendisliği okudum ama o dönemin koşulları nedeniyle okulu bitiremedim, beş yılın ardından Burhaniye'ye geri döndüm. Çeşitli işler denedim. 34 yıldır da konfeksiyon işindeyim. İlk yorgancılar sokağında başladık, sonra farklı yerlerde devam ettik. 23 yıldır da bu dükkândayız. Okul formaları işindeyiz aynı zamanda. Özel tasarım tabii onlar. Okulların belirlediği tasarımları İzmir’de fason atölyelerinde yaptırıyoruz. Onun dışında da çoraptan çamaşıra her şey var dükkânımızda.



Bazı görüşmelerde bize aktarılan altmışlı yıllarda ciddi bir tarım üretimi varmış Burhaniye’de? Öyle mi? Bir de şimdi olmamasının nedeni yapılaşma uğruna tarım arazilerinin yok edilmesi mi?
Doğru, pamuk vardı en çok. Ama şimdi olmamasının nedeni sadece yapılaşma değil. Şöyle; pamuk 70 cm. kökü olan bir bitki, yani yerin aşağı yukarı bir metre altında toprağın mineralini, vitaminini alan bir bitki. Biz pamuk ekmeye başladığımızda dönümüne bir ton alıyorduk, bıraktığımız zaman bu rakam 250 kiloydu. Toprağın kuvveti gitti, ondan sonra tabii dinlenme fırsatı yok. Millete para lazım, toprağı nadasa bırakmak yok yani. Böyle olunca o yüksek rekolteli gelir gitti tabii. Herkesin elindeki traktör de gitti. Çünkü borçlar yüzünden satılmak zorunda kaldı. O zirai faaliyet bir on sene içinde geldi gitti yani. Sonra tarımla uğraşanlar sebze işine döndü. Sebze ve hayvancılık, fakat tarımdan para kazanamamaya başlayan çiftçiler zaman içinde çiftçiliği bıraktı. Ben bir dönem de kereste işi yapmıştım. Tarımsal faaliyette bulunanlara kasa çakıyorduk o zamanlar. İki sene çok güzel bir iş oldu ama sonra çiftçi kasanın parasını çıkaramaz hale geldi. İstanbul’a bir kasa biber yolluyor, kasanın parası bile geri gelmiyor.
Sonra bu işe döndük. Ama konfeksiyon işi de eğer öz sermayen çok güçlü değilse, bir kriz olduğunda ilk etkilenen sektörlerden biri tabii. Irak Kuveyt’e girdi, herkes marketlere koştu ama bizim işler durdu. Çünkü ihtiyaçlar listesinde alt sıralarda yer alan bir sektör konfeksiyon.



Peki biraz geçmişe dönersek, o yıllarda çocukların sosyal hayatı nasıldı?
Çocukluğunu en iyi yaşayan insanlar biz yaş grubu. Bir kere arsa boldu, top oynamak için. Sonra belki oyuncak yoktu ama biz oyuncaklarımızı kendimiz yapıyorduk. Ben sanayide büyüdüğüm için alet edavat sıkıntısı da çekmiyordum. Koca tomruğun kabuğunu koparıp on dakikada tekne yapabiliyordum. Şimdi hala elimde bir tane çakı olsun, her şeyi yapabilirim ağaçtan. Telden araba yapardık mesela. Paran olsa da oyuncak sektörü yoktu. Hayal gücümüzü kullanarak yaratırdık.
Merak ediyorum sokaklarda oynanırken kız erkek karışık mı olunurdu?
Tabii tabii… Zaten bizim mahallede yabancı yoktu ki. Dayının kızı, amcanın oğlu… O zamanlar akrabalık olmasa da herkes kardeş gibiydi, hepimiz bir aradaydık. Evde televizyon yoktu ama daha iyiydik. Biz kapıları kilitlemeden evden giden neslin çocuklarıyız.



Büyüklerin sosyal hayatına dair gözlemleriniz hatırladıklarınız var mı?
Bizim ailelerde dinlenme dönemleri pek yoktu doğrusu. Çalışarak yaşadılar. Bayramlarda herkes birbirine giderdi tabii. Bir kere büyük aile yapısı vardı. Evler hep müstakil bahçeli evlerdi. Yaşlıların da sosyal hayatları iyiydi. Şimdiki gibi onları huzurevlerine terk etme söz konusu değildi. Yaşam biçimi onlarla iç içe olmayı sağlıyordu. Yalnız kalmıyorlardı.
Size başka bir şeyden bahsedeyim. O zamanlar elektrik azdı. Caddelerde, evlerde elektrik şimdiki gibi değildi. Mesela ben gaz lambasıyla liseyi bitirdim.
Şaşırdım. Altmışlı yetmişli yıllar konuştuğumuz. Elektrik yok muydu Burhaniye’de?
Bazı evlerde vardı. Elektrik üretimi vergi dairesinin oradaki bir dinamodan sağlanıyordu. Marangozun biri sonradan gelmiş buraya. Adam aralıksız bıçkı makinesini çalıştırıyor dükkânında, tabii elektrik de kullanıyor. Burhaniyen’in sokaklarında elektrik lambaları bir bir sönüyor. Enerjinin azlığını anlayın. Bir makine çalışınca durum bu oluyor.



Burhaniye değişik kesimlerden büyük göç alan yerlerden biri ve beraberinde de yoğun bir yapılaşma var. Nasıl görüyorsunuz bu durumu?
Tarım alanlarının yapılaşmaya açılmasına ben karşıyım. Mevcut eski mahallelerin yenilenmesi taraftarıyım. Ama maalesef ne kadar tarım arazisi varsa yapılaşmaya açıldı şimdi. Sonunda insanlar bunu görecek mi acaba? Doğayı tüketiyoruz, suyu tüketiyoruz. Ören denizi pırıl pırıldı dibini görürdün, şimdi kanalizasyondan söz ediyoruz.
Evet, göçle birlikte nüfus oldukça hızlı artıyor, bir de kasaba ekonomisine pek de bir katkı sağlamıyor anladığım kadarıyla.
E burası emekli kenti oldu. Emeklinin üretime bir katkısı yok. İşte burası rahat ölünen bir yer halini aldı. Tabii nüfus artışı mesela bizim sektörde özellikle yaz aylarında olumlu yönde etkisini gösteriyor, satışlar artıyor. Ama nüfus artışıyla birlikte mesela konut ihtiyacı çoğaldığı için demin dediğimiz gibi tarım alanlarının konut yapımına açılması sorununu doğuruyor. Bir kısır döngü bir bakıma, içinde çelişkileri taşıyor. Mesela işe de ihtiyacı var bir bölümünün ama üretime dayalı bir ekonomi olmadığı için sıkıntı doğuyor. Önceden insanlar nüfus azdı, üretiyorlardı, bu kadar tüketmiyorlardı. Ve birikim o dönem sağlandı zaten. O zamanlar herkes çalışabiliyordu.
Nüfusu altmış bine dayanmak üzere olan bir yerleşim yerinde sanayi üretimi olarak bir tek Burcu Fabrikası’nın olması beni şaşırtıyor.
Tabii… Her yanımız zeytin, zeytinle ilgili yaratılabilecek üretim söz konusu olabilir. Zeytin organize sanayi kurulacaktı mesela, hala duruyor. Tabii bu arada o tür geniş çaplı üretimi sağlayacak sermaye birikimi de olmadı burada. Onun yerine Edremit büyüdü. İlginç bazı bilgiler de var bu konuda. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda en çok köyü olan kasabalardan birisi Burhaniye… Kozak’a kadar Burhaniye, Havran’ın Büyük Dere Köyü Burhaniye ama sonra azaltıldı. Hal böyle olunca buraya gelen gelir, buranın merkezi idaresi zayıflıyor. Aslına bakarsanız cumhuriyetten önce de önemli bir yerleşim yeriymiş Burhaniye, zeytinyağı ve sabun fabrikaları özellikle. Müslümanlar sadece tarımla uğraşıyor. Hristiyanlar fabrika sahibi, sanatta bilgili. Ama mübadele döneminde Rumlar gidince, bilgi de onlarla gidiyor tabii. Gelen sıfırdan başlıyor ve bilgi ve etkinlik yok. Bilgi birikimi çok önemli tabii…


Önümüzdeki yirmi yıl içinde ne olur Burhaniye sizce?
Aslında öyle ya da böyle giderek gelişiyor. Şimdi suyun içindeki balık denizi nasıl fark edemezse Burhaniye de gelişmiyorum zannediyor ama düşün şimdi yedi bin nüfustan altmış bin nüfusa kadar gelişimizi ben ta başından bu yana yaşadım burada. Gelişmeyi en iyi takip edenlerdenim. Biliyorum. Anlattım işte, daha önce hiçbir şey yoktu. Daha da iyiye gider, olması lazım. Buranın kendini çevirir bir duruma gelmesi için yüz bin nüfus şart. Yüz binin altındaki yerlerde ekonomi dönemiyor. Edremit o anlamda farklı bizden. Ama bu olurken bilinçsiz yapılaşmadan korunmak gerekiyor. Özellikle tarım arazileri meselesi, onun yanında doğal kaynakların da doğru kullanılması gerek. Ticari projelere de ihtiyacı var tabii. Edremit Akçay arasındaki işletmelerde 24.000 sigortalı işçi var. Bu bir ekonomik gösterge. Burhaniye’de de böyle bir şeylerin olması gerekiyor.


Peki herkese sorduğumuz soruyu size de soralım Ali Bey. Burhaniye’de size iyi gelen yerler nereler?
Yaşlandığımızdan mıdır nedir, nostaljik yerler daha çok hoşuma gidiyor. Mesela eski mahallelerde gezmeyi dolaşmayı seviyorum. Hele bir de eskilerden birilerini bulup sohbet etme fırsatım olursa çok hoşuma gidiyor.
Çok teşekkür ediyoruz vakit ayırdığınız için. Son olarak bizim sormadığımız ama sizin bu söyleşide olsaydı dediğiniz konular varsa dinlemek isteriz.

Burhaniye’nin bir diğer konusu madenler tabii, bekleyen bir tehlike var. Siyanür sorunu çok önemli… Burası birinci derecesi deprem bölgesi… Altının siyanürle elde edilmeye kalkışılmasına karşısıyız. Birinci derece deprem bölgesinde siyanür atık havuzunun yıkılmaması gibi bir garanti yok. Dünyada buna benzer maden kazaları var. Mesela Şili’de Orta Amerika’da depremden sonra atık havuzları yıkıldığı zaman aynı gün iki buçuk milyon insanı boşaltmak zorunda kaldılar. İki yüz üç yüz kişi de öldü. Sorun o günle bitmiyor, olay o günkü kirlilikle kalmıyor, ardından yıllarca yok edilemeyecek bir toprak kirliliği, su kirliliği bırakıyor. Körfez bu anlamda tehlike altında, Karadere’deki Tümad madencilik, kaz dağındaki altın madenleri, Ayvacık Küçük Kuyu yol bandında uranyum madenleri var. Uranyum suyla Temas halinde zehirleyici bir noktaya geliyor. O bölgedeki insanlar kanser tehlikesiyle karşı karşıya. Yani körfezimiz çok güzel ama sahip olduğu doğal kaynaklar nedeniyle tehdit altında. Daha doğrusu bunların elde ediliş biçimlerinden dolayı...
İnsanlarla bunları konuşunca; ya bunlar çok güçlü biz ne yapabiliriz ki ya da e madem altın varmış çıksın işte, sanki altın kendisinin cebine konacakmış gibi. Ancak gidecek musluğa düdüklü suyu doldurmaya, suyu akmazken görecek o zaman neden diyecek, maden kesmiş denilecek, o zaman itiraz edecek, o da belki.