top of page

Burhaniye’nin güney tarafına doğru yürüyüşümüz bu gün, Kavak Dibi mevkiine… Kasaba’nın ilk kadın muhtarını ziyarete gidiyoruz, Hacı Ahmet Mahallesi Muhtarı Aygül Seçen’e…

Meydandan uzaklaştıkça evlerin kat sayısı da giderek azalıyor. Tek katlı, iki katlı evlerin arasından ilerliyoruz. İlerledikçe sanki sanata ayrılmış özel bir mahalledeyim duygusu sarıyor dört yanımı. Nedeni var… Bir tarafta Kültür Sanat Evi levhasının asılı olduğu bir bina, diğer tarafta Necdet Tosun Parkı, biraz ilerde, daha sonra Ethem Tolun Zeytinyağı Fabrikası olduğunu öğrendiğim zamana meydan okuyarak dimdik ayakta duran ve tarihi dokusunu koruyan bir başka bina, bulunduğumuz yerden biraz daha uzakta olmakla birlikte bu mahallenin sınırları içinde yer alan Barış Manço Parkı… İçinde bir çocuk bahçesi ve kafeteryası olan yemyeşil bir park bu…

“Geldik,” diyor Ender. İki katlı bir binanın merdivenlerinden çıkıyoruz. Aygül Hanım karşılıyor bizi. Yanan bir soba, pencere önünde bahar geldiği için olsa gerek, üretilip hazırlanmış, sahiplerini bekler gibi sıralı saksılarda Afrika Menekşeleri ve duvarları kaplayan Atatürk fotoğrafları bulunduğumuz odada ilk elde gözüme çarpanlar. Bir de minik ahşap bir radyodan kısık bir sesle yayılan müzik var. Mekân cezbedici ve her haliyle keyifli bir sohbetin habercisi… Dahası karşımızda güler yüzlü, konuşkan bir insan ve ruhunda mizah duygusu olan insanlarda görülen biraz muzip gözler var. Resmiyetten hemen arınıyoruz ve başlıyoruz sohbetimize…

Bir kız biri erkek olmak üzere iki çocuğu var Aygül Hanım’ın ve 2011 yılından bu yana onların sorumluluğunu tek başına üstlenmiş durumda. Çünkü eşi Sabahattin Seçen’i o yıl kaybetmiş. Aslında mahallede muhtarlık işine ilk soyunan kişi Aygül Hanım’ın eşi. İki dönem kendisi muhtarlık yaptıktan sonra bir broşürde gördüğüm şu değerli sözlerle eşine devretmek istemiş bu görevi ve mahalleli de benimsemiş ki 2009’dan bu yana görevinin başında Aygül Hanım. Şöyle diyor Sabahattin Bey broşürde:

Artık toplumsal hayatın her alanına erkeğin vesayet ve himayesinde olmadan, elinin hamuruyla da olsa kadın eli değmeli. Çünkü erkeklerin yönettiği bu dünya ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, açlık ve savaşlarla iyice kirlendi. Kadınlar hiç değilse dip bucak temizliği iyi bilirler. Erkekler gibi halının altına süpürmezler. Bunun için de evimizin içinde olduğu en yakın çevre olan mahallemizden yani Hacı Ahmet Mahallesi’nden başlamak gerek.”

Kırklı yaşlarını sürdüren Aygül Hanım aslen Bayburtlu. Baba mesleği nedeniyle önce Manisa, sonra Gömeç derken otuz yıldan bu yana gelin olarak geldiği Burhaniye’de yaşıyor. Mahalle’ye ilk geldiği günlerde dört bir yan onun deyimiyle ‘ekiliş’ yapılan tarlalarla çevriliymiş. Gelirken gördüğüm Necdet Tosun parkı da mesela…  Eşi de çiftçilik yaparmış o zamanlar bütün mahalleli gibi. “Sonra sonra mal para yapmadı, herkes de koptu,” diyor biraz küskün bir ses tonuyla.   Dile kolay, yüz dönüm, iki yüz dönüm ekilmiş biber, domates, barbunya sözünü ettiği...

Topraktan vazgeçilince hem Seçen ailesi ve hem de mahallede diğer bazı aileler esnaflığı denemiş. Lokanta, giyim mağazası, büfe işletmeciliği… Tabii az da olsa parası olanlar için geçerli olmuş bu durum. Diğerleri herhangi bir yerde herhangi bir işin peşine koşmuşlar. Sosyal güvencesi olan ya da olmayan ne iş gelirse önlerine… Ama malum Kasabamızda iş olanakları pek de çok değil; sanayi yok, sadece bir fabrika, turizm desen, rüzgârımız sağ olsun, sınırlı… 

Bu güne geldiğimizde Aygül Hanım mahalle gençlerinin çoğunun işsizliğinden dem vuruyor. “Gençler şu anda beni yiyorlar. Üniversite mezunu olan da var, liseyi bitirmiş olan da. Dertleri işsizlik ve benim derman olmamı istiyorlar, ne yapabilirim ki ben tek başıma? Nihayetinde sorun bütçe sorunu!"

Aslında çabaları da olmamış değil Aygül Hanım’ın. “Bayanlar toplanalım, el ele ne yapabiliriz, dedim. Tarhana yapabiliriz, makarna yapabiliriz, diye düşündüm geçtiğimiz yıllarda. O zamanın Belediye Başkanı da destekledi. Kooperatif olmayı bile düşündüm. Kazandığımız parayı okuyan çocuklara destek için kullanmayı hayal ettim. Ama maalesef bir araya gelmeyi başaramadık. Tartışmalar çıktı."

Eviyle muhtarlık ofisi arasında geçen bir yaşamı var Aygül Hanım’ın. Sabahları dokuz civarı geldiği makamından akşam beşe doğru ayrılıyor. Gün boyunca mahalleliyle iç içe olduğunu söylüyor. 9-5 dedim ama bir muhtarın göreviyle ilişkisi herhangi bir devlet memurununkinden oldukça farklı. Telefonu her daim açık mesela Aygül Hanım’ın. Kendisi bu durumu bir örnekle anlattı bize.

 “Geçen gece bir komşumuz var, arkadaşı aramış aramış ulaşamamış. Merak etmiş, emniyete haber vermiş. Emniyet beni buldu, gecenin üçü… Evine gittik, kapıyı kırdık ve maalesef vefat etmiş olduğunu gördük. Doktor geldi, tutanak tutuldu. Mecburum tabii, başında bekledim.”

Peki, Aygül Hanım kendini en rahat, en dinlendiren yer olarak neresini görür diye merak ediyorum ve soruyorum. Hiç duraklamadan “Karadere” diye cevap veriyor ve devam ediyor:

“Bir taraftan kuzu sesi, bir taraftan kuş sesi… Gürültü yok, kulak verdiğinde bomboş bir şey hissediyorsun. O boşluk güzel! Temiz havanın keyfi de ayrı tabii.”

Burhaniye’nin geleceğini nasıl gördüğünü soruyorum bu kez.

“Çok göç alıyor sırf benim mahalleye her ay yüzde beşe yakın giriş var, Yunus Mahallesi’nde bu oran yüzde on ve buna bağlı olarak gittikçe artan bir yapılaşma var, sürekli yeni inşaatlar var. Kim bilir belki de kat sayısını da arttıracaklar. Keşke iki kattan fazla bina olmasa… Ama işte!”

Bir saati aşkın süren sohbetimize son bir soruyla nokta koymak istiyorum ve “Elinizde sihirli bir değnek olsa mahalleniz için nasıl kullanırdınız Aygül Hanım?” diyorum. Cevabı hiç de sihirli bir değnek gerektirmeyen cinsten bence:

“Her sokağın tertemiz ve sağlı sollu ağaçlarla dolu olmasını sağlardım. Tarihi bazı binalar var bu mahallede onları restore eder ve halkın çeşitli amaçlarla kullanabilmesi için ne yapılması gerekirse onu yapardım. Ve en önemlisi özellikle gençlerimizin çalışabileceği istihdam alanları yaratmak için çabalardım.”  

©00:00 December 8 th 2016 by Filiz Engin, Ender Kurt. Proudly created with Wix.com

bottom of page