"Hikayeleşen Kareler, Fotoğraflanan Cümleler"

Burhaniye’ye gören gözlerle bakan bir konuğumuzla daha birlikteyiz. Ilık bir aralık günü keyifli balkonuna girerken ilk gözümüze çarpan bahçedeki kediler ve balkonun bir köşesine yerleştirilmiş ahşaptan yapılma bahçe salıncağı oluyor. Bahçe salıncağı daha önce gördüklerimizden epey farklı… Meğer kendisi yapmış. Uğur Baykent’in evindeyiz. Yerlerimize yerleşirken kedilerden söz edince gülerek “Eve alınmış kadrolu bir kedimiz ve arada dışarıda beslediğimiz taşeron kedilerimiz var,” diyor. Keyifli bir söyleşi olacağı başından belli... Çünkü karşımızda nüktedan, hoşsohbet, kalender ve tevazu sahibi bir insan var.Kendisi Burhaniyeli olmadığı için niçin burası diyerek başlıyorum sohbetimize, anlatıyor:
“1958 yılında Piyade Er Eğitim Tabur’una komutan yardımcısı olarak atanan babam nedeniyle geldik Burhaniye’ye. İlkokul ikinci sınıfı eski adı Atatürk yeni adı Faruk Kızıklı olan okulda okudum. Aynı yıl babam Ören’den bir arsa satın aldı ve 1969 yılında bu arsanın üzerine ev inşa edildi. 1970’den itibaren de özellikle yaz aylarında ailecek gelmeye başladık bu kente. Artık İstanbul’da yaşıyorduk. Ben Kabataş Erkek Lisesi’nden mezun olmuş ve üniversitede, gazetecilik ve halkla ilişkiler okumaya başlamıştım.


İstanbul’da mezun olan Uğur Baykent bir süre Cağaloğlu’nda tutunmaya çalışmış ama kadrolu güvenceli bir pozisyonu olamamış. İstanbul malum kurtlar sofrası. Düşünmüş, taşınmış İstanbul’un çekilmezliğine karar verip 1981 yılında Burhaniye’ye gelmiş. Ören’de, şimdiki Martin Bar’ın tam karşısında bir bakkal dükkânı devralarak başlamış buradaki hayatına. 8-10 yıl esnaflık yapmış. Önce bakkallık, sonra hediyelik turistik eşya…
87 yerel seçimlerinde destekledikleri ve sonrasında belediye başkanı olan Necmi Şengider bir gün dükkânına gelmiş, “Ben belediyede halkla ilişkiler birimi kuracağım, sen de gazetecilik mezunusun, yapabilirsin bu işleri, gel seni belediyeye alayım,” demiş. Önce geçici işçi statüsünde başlamış, o zamanlar belediyelere kadrolu işçi memur alımı belediyenin kendi açtığı sınavlarla oluyormuş. Kazanmış ve memur olmuş. Belediyeye girince hayat akışı değişmiş tabii… Bütün körfez belediyeleri içinde ilk kez basın ve halkla ilişkiler birimi kurulmuş o dönem belediyede ve Uğur Baykent de başına getirilmiş. Necmi Şengider döneminde birlikte kurmuşlar. Eski belediye binasında ahşap kulübemsi bir müracaat noktası iş yeri olmuş böylece. Bir masa ve Baykent… Kendi deyimiyle tek tabanca… O günlere ait bir anısını anlatıyor:


“Bir gün Cumhuriyet gazetesinde bir karikatür gördüm. Büyütüp panoya iliştirdim. Halkla ilişkiler kavramının kamuda yeni geliştiği dönemler o zamanlar. Karikatür tek kareden oluşuyordu, çölde bir kaktüs var, kaktüsün önüne bir tane masa koymuşlar, masada çok ciddi bakan bir tip oturuyor. Önünde de halkla ilişkiler müdürü yazıyor. Düşünsene, allahın çölünde halk yok, kimse yok…” diyor gülerek…
Belediyeye girdikten sonra görevler ardı ardına gelmeye başlamış. Burhaniye-Ören Festivallerinin başlangıcı 1989’ da Necmi Şengider’in başkanlığı dönemine rastlıyor. Uğur Baykent de önce organizatör asistanlığı, sonrasında organizatör olarak işin başında… Bunları anlatırken yine gülmeye başlıyor. Bu dönemle ilgili bir anısını aktarıyor bize…



“1993 yılıydı. Festival konuklarımızdan biri de AST (Ankara Sanat Tiyatrosu), o yılbaşında bir suikasta kurban giden Uğur Mumcu’nun yazdığı Sakıncalı Piyadesi’yi oynamak üzere gelecekler. Hazırladığım festival konukları çizelgesi üzerinde haberim olmadan Necmi Abi’nin değişiklikler yapması sonucu onlar için ayarladığım kalacakları yer konusunda bir karışıklık çıkmıştı. Koca otobüs Ören’de park etmiş duruyor. Ben de bisikletliyim. Uygun olanı bulmak için birkaç otel, tatil köyü gezmemiz gerekiyor. Ben bisikletle otobüsün önünde kan ter içinde, otobüs ardımda gidiyoruz. Sonra bir yerde araba durdu, baktım Altan Erkekli inmiş. Gülerek ‘Sen dedi niye deli gibi önden pedal çevirerek harap ediyorsun kendini? Koy şu bisikleti otobüse, birlikte gidelim. Nerde boş yer bulursak yerleşiriz. Adam haklı tabii, ben nereye yerleştireceğim telaşı içinde düşünemez olmuşum. Neyse ben de geçtim otobüse. Altan Erkekli ‘Sen bilmiyor musun?’ dedi, ‘Bu ülkede ihtiyaçlar listesi sıralaması yapılmış, tiyatro yetmiş bilmem kaçıncı sırada yer almış. Kim takıyor ki tiyatroyu senden başka?’ güldük ağlanacak halimize tabii.” Bunları dinleyince bizim de dudaklarımızda buruk bir gülümseme oluyor. O günden bu güne ne değişti diye düşünmeden edemiyor insan.

“O zamanlar ortam daha politikti, daha nitelikliydi ve Türkiye’nin o günkü koşullarında da daha ilerici, daha devrimci bir çizgisi vardı Burhaniye’nin,” diyor Baykent. “Uğur Mumcu, Necati Cumali, Oktay Ekinci, Ataol Behramoğlu gibi ağır topların yer aldığı paneller düzenlenirdi o zamanlar. Şimdilerde panel bile yapılmıyor. Giderek daha niteliksiz programlar oluşturuldu festivallerde. Popülerlik öne çıkmaya başladı. İlk beş festivaldeki kalite yakalanamadı bir türlü. Bu günlere geldik.”
Burhaniye’de birçok ilkte imzası olan Baykent bu kez televizyon yayıncılığı olayını anlatmaya başlıyor. “Burhaniye’nin ilk yerel televizyonculuğunu ben ve ekibim yaptık,” derken, bir yandan da muzip muzip gülümsüyor. “O dönem Özal’ın bu anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz dediği dönem. Oğlu Ahmet’in ilk özel televizyonu kurduğu zamanlar yani. Burada Seklik Tepe’de alıcı ve verici niteliğinde antenler vardı. Alıcı antenler uydudan görüntüyü alıyor, verici antenler vasıtasıyla bütün Burhaniye’ye ulaştırıyordu yayınları. Karasal yayın deniyordu buna. Necmi Abi bir yerlerden duymuş öğrenmiş, geldi bana. Bir televizyon kuralım dedi. BBKT, açılımı Burhaniye Belediyesi Körfez Televizyonu.”

Ender söze giriyor burada. “Evet, ben biliyorum,” diyor. “Kent Arşivi’nde kasetleri vardı.” Şimdi kim bilir nerede çürümeye bırakılmıştır acaba, diye geçiyor aklımdan. Devam ediyor Baykent. “O zamanlar herkeste öyle kamera falan yok. Foto Metin vardır, Mehmet Lafdinleten. Onda bir omuz kamerası vardı. Onunla konuştum, tamam abi dedi. Aylık oluyordu hazırladığımız program. Bir ay boyunca muhtelif çekimler yapıyorduk. Genelde Belediye’nin yaptığı işlere dair oluyordu bu çekimler. İlk montaj dublaj işini İzmir’de Necmi Abi’nin bulduğu bir stüdyoda gösterime hazır hale getirildi çekimlerimiz. Mehmet orada epey izledi neler yaptıklarını. Çok beceriklidir o. Burhaniye’ye döndüğümüzde abi dedi, İzmir’e gitmemize gerek yok, ben bu sistemi kurarım. Sonra onun sayesinde burada yapmaya başladık montaj ve dublajı.


Hazırladığımız kasetle çıkıyorduk Seklik Tepe’ye. Sisteme kendimiz bir reciever takıyorduk. Ona da video oynatıcısını bağlıyorduk. Kaseti de içine yerleştirip basıyorduk düğmeye. Ama prim time denilen saatleri kolluyorduk tabii… O dönemlerde Çarkıfelek programını Halit Kıvanç sunuyordu. Onun programı bitiyordu, şak bizim yayın giriyordu. Millet de diyormuş, Necmi’ye bak, ne anasının gözü. Show TV’nin ekranından yayın yapıyor. Acaba bu iş için ne kadar parasını harcıyor Belediye’nin falan… Muhalifler söyleniyormuş vay paralarımız nereye gidiyor diye… Bir keresinde de yerel basınının gazetecileriyle canlı tartışma programı bile yaptık Seklik Tepe’sinden… Gazetecileri götürdük oraya, yamuk yumuk bir yer. Masa koyacak düz alan dert, kimisi kayanın üstünde oturuyor.” O anlattıkça görüntü zihnimizde oluşuyor ve hep birlikte gülüyoruz.
“BM Kalkınma Programı’nın Yerel Gündem 21diye bir projesi vardı. Onun Burhaniye’de ilk uygulamasının da içindeydim. O projenin1992’de yayınlanan altında Türkiye’nin de imzası olan Rio Deklarasyonu vardı. İçeriği şöyleydi:
Kalkınma her kentin doğal hakkıdır. Ancak bu kalkınma çabaları doğal çevreye zarar vermeyen, kirletmeyen, tahrip etmeyen, sürdürülebilir bir kalkınmayı hedeflemelidir. Bunun için de yalnızca resmi kuruluşların, hükümetlerin, devletlerin çabası yeterli değildir. Böyle bir çabaya mutlaka bilim çevrelerinin ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla halkın da katılımı gerekir. Bu nedenle kentteki bütün insanları en geniş katılımla temsil niteliği olan bir yerel meclis kurulmalıdır.
Bu bağlamda biz de 1998 yılında Burhaniye Kent Kamutayı’nı kurduk. Şimdi onun adı Kent Konseyi olarak değişti. Onun yıllarca genel sekreterliğini ben yürüttüm.”
İlkler dedim ya, işte bir tanesi daha...



“Şimdi şöyle, Burhaniye’ye dışarıdan gelmiş olmak bir anlamda dezavantaj. Üç kuşak, beş kuşak Burhaniye’de yaşıyor olursun, geniş bir akraba çevren vardır. Onlarla aranda feodal de olsa bir dayanışma olur. Bu bir avantajdır. Dıştan gelene yabancı gözüyle bakmak gibi bir eğilim var. Gerçi şimdilerde Burhaniye’nin demografik yapısı sürekli bir değişim içinde. Çok göç alıyor mesela. Dolayısıyla bu durum bir nebze kırılmaya başladı. Mesela bu konuyla ilgili bir anımı anlatayım.
Bir tarihte rahmetli Melih Pabuçcuoğlu henüz sağ. Ben de belediyede çalıştığım dönemde bir ara Huzurevi Vakfının sekreterliğini de yaptım. O sıralarda Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden habersiz bir şekilde bir müfettiş geldi. Melih Bey de ilgileniyor vakıfla o zamanlar. Ben de kayıt kuyut, gelen evrak giden evrak hesap kitap her şeyi düzenli tutuyorum. Müfettişin gelişiyle biraz panik olundu tabii. Ben bütün evrakı kayıtları verdim müfettişe. Adam incelemiş falan, raporunu da yazmış.
Burhaniye’de tanık olduğumuz yabancı olmak, yerli olmak meselesi üzerine konuşmak istedik biraz…
Sonra beni çağırdılar. Vakıfla ilgili herkes toplanmış, belediye başkanı, Melih Pabuçcuoğlu, müfettiş, diğer görevliler falan. Melih Bey, Necmi’nin adamıyım diye beni hiç sevmezdi bu olaydan önce. Hatta elinden gelse beni belediyeden atardı herhalde komünist diye. Neyse gittim işte ben yanlarına, Melih Bey bana Uğurcuğum otursana dedi. Ben çok şaşırdım tabii… Meğerse vakıf müfettişi hepsine teşekkür etmiş vâkıfın kayıtları ile ilgili olarak. Gayet düzgün, gayet mükemmel, hiçbir açığı, hiçbir olumsuzluğu yok diye… Bir ara Melih Bey bir laf etti. Elini omuzuma koydu ve artık sen de Burhaniyeli sayılırsın dedi.”
Hep beraber gülüştük yine. Sonra ben dedim ki, ‘Ya tamam çok güzel. Herkesin lehine olacak bir durum için sen doğru bir şeyler yapmışsın ve bir çeşit yandaş olmuşsunuz. Şimdi benim merak ettiğim bir konu var. Öneğin bir seneye yakın bir zaman önce kurulan bir sivil toplum kuruluşumuz var, BURÇEP Burhaniye Çevre Örgütü. Çevremiz için yaşadığımız bölge için, olumsuzluklara gözümüzü açmaya çalışıyorlar, imza kampanyaları düzenliyorlar, bir arada olmamız için çağrılarda bulunuyorlar. Yerli ya da yabancı dinlemeyen ortak bir sorun var ortada. Havadan, sudan ve topraktan bahsediyorlar sonuçta. Fakat biz bir araya gelemiyoruz. Bununla ilgili bir gözlemin var mı?’
“Şöyle bir şey var, benim tespitim. Bu durum biraz sosyo-ekonomik aynı zamanda. Şöyle ki; Burhaniye’de turizm sektörünün ekonomiye katkısı belli, öbür taraftan ticari hayatın da belli bir kapasitesi var. Burhaniyeliler örneğin düğün, çeyiz alışverişlerini buradan yapmazlar, Edremit’e giderler. Çünkü bulamazlar istediklerini. Yani yerel ticari hayatta gelişme, güçlenme, nitelikli hale gelme gibi bir durum yok. Sonuçta görülüyor ki, Burhaniye ekonomisinin ağırlıklı, belirleyici unsuru zeytin ve zeytinyağı. Dolayısıyla Burhaniye’nin yerelinde de belli bir zeytin mülkiyetin varsa, bir yerlerde 100 ağacın varsa ve hele bir de üç beş kuşak Burhaniyeliysen söz sahibi olursun. Yoksa zor. Yani toprağa dayalı üretim ve onun sonucunda oluşan sosyal bir hayat. Kentli olmak, köylü olmak üretim tarzıyla belirlenen bir durum... Hem üretim ve mülkiyet ilişkileri anlamında, hem sosyal kültürel yapı anlamında... Dediğimiz gibi Burhaniye’de üretim toprağa dayalı olarak devam ediyor ve dolayısıyla insan ilişkileri de bu doğrultuda şekilleniyor.” Öyle ya, neden değişmedikçe, sonuçta değişmez diye düşünüyorum.


Gelelim BBKT’mizin kuruluşuna. Doğumu bundan tam 18 yıl önce Genel Sanat Yönetmenimiz Uğur Mamuk’un Uğur Baykent’e “Abi sen Uğur Baykent misin?” diye sormasıyla başlamış,. Öyleydi böyleydi derken Uğur Mamuk “Ben,” demiş “Burhaniye’de bir tiyatro kurmak istiyorum.” Baykent de “Olabilir elimden gelen desteği veririm,” demesiyle kurulmuş tiyatromuz. Ama Baykent tiyatronun kuruluşunda var olmakla kalmamış, oyunculuk da yapmış. İlk sahneye çıkışı BBKT’nin sahnelediği ‘Kaç baba kaç’ oyunuyla olmuş.
Sonrasında memuriyetin mecburiyetlerinden bıktım diyerek 2007’de emekli olmaya karar vermiş. Fakat emeklilik lafta kalmış. Giderken, o dönemin başkanı Fikret Akova’ya ihtiyaç duyduğunda kendisini çağırabileceğini söylemiş. Nitekim 2009’daki seçimlere hazırlanırken 3 ay boyunca propagandaya yönelik günlük gazete çıkarmışlar. Bunları konuşurken bir ara eski belediye binasını da yâd ettik. Şimdi yerinde arabaların arasından yeller esen eski belediye binası! Bir zamanlar üst katı belediye, alt katı manavların, kasapların, balıkçıların olduğu alışveriş merkezi.
Biraz da bu günlere gelmek istiyorum ve kasabanın kalabalıklaşmasıyla ilgili neler düşündüğünü soruyorum. Şöyle diyor:
“Ben mesela pazartesi günleri Burhaniye’ye hiç inmek istemiyorum. Hele yaz mevsimi geldiğinde. Sanki İstanbul trafiğinin içinde gibi oluyor insan. Birkaç kere Nilgün’e de dedim. Biz şöyle sakin bir köy mü bulsak, diye. Buralar fazla kalabalık olmaya başladı. Ciddi bir göç alıyor Burhaniye.”
Emeklilerin geldiğine dair bilgiler var kendisinde. Emekli-Sen’de çalıştığı dönemde bir araştırma yaptığını ve Burhaniye’de 13.000 e yakın emekli olduğunu söylüyor. Yani nüfusun nerdeyse çeyreği emekli... Dışarıdan göç eden emeklilerden söz ediyoruz. “Gençler bile ya burası emekli cenneti kaçıp gitmek lazım buralardan diyor. Tabii istihdam da yok, haklı çocuklar. Dolayısıyla bu hızlı göç almayla Burhaniye de yavaş yavaş yaşanması zor bir yer olmaya başladı. Bir tarihte biyolojik arıtma tesisi yapılırken bir rapor hazırlamam gerekiyordu. O raporlarda belirtilen tahminlere göre 2020 yılında Burhaniye’nin nüfusunun 65.000 kişi olacağı öngörülüyor.”



Şimdilerde günlerini nasıl geçirdiğini soruyorum. “Bu günlerde uğraş anlamında en çok yoğunlaştığım yer ÇYDD. Şube Başkanı yaptılar beni. Yaşadığım sitenin yöneticiliği benim üzerimde. Ara sıra tiyatroya gidiyorum. Tiyatro ile ilişkim bir süredir yeni bir boyut kazandı. Bir oyun yazdım ve tiyatro yazarlığını sevdim. Şimdi bir başkasına daha başladım. Arada bir oturuyorum, aklıma bir şey esiyor, onu yazıyorum.”
Bunaldığın, yorulduğun ya da canının sıkkın olduğu zamanlarda seni rahatlatan bir alan, bir köşe var mı Burhaniye’de diyorum. “Öyle özel bir mekân yok, kendi evim en rahat olan yer benim için. Bir de evde rakı varsa doldurup çıkıyorum balkona. Ayağımı da uzatıyorum. İki yudum içiyorum, ohhh…”diyor. Söyleşimizin başından itibaren bizi çayla kurabiyeyle besleyen Uğur Baykent’in eşi sevgili Nilgün Baykent’e dönüyorum bu kez. Birkaç cümle de ondan duymak istiyorum. Her zamanki kibar ve mütevazı tavrıyla bir anısını aktarmakla yetiniyor.“Festival zamanlarıyla ilgili olarak bir anım var, onu anlatayım. Oğlumuz Kazım 3-4 yaşlarında, Uğur işe gittiğinde Kazım henüz uyuyor oluyordu. Akşam geç saat geldiği için gene uyuyor oluyordu. Çocuk bir hafta sonra dedi ki, anne babam ne zaman gelecek? Bir hafta süreyle babasını görmediği için… Burhaniye’yi gerçekten seviyor Uğur”
Son olarak benim atladığım senin söylemek istediğin bir şey var mı diye soruyorum. “Ne diyeyim ya, evet ben Burhaniye’yi seviyorum. Yerel, siyasi, toplumsal, kültürel şu bu anlamında beni ister Burhaniyeli saysınlar ister saymasınlar ister hemşerimizsin desinler ya da demesinler, Burhaniye’ye çok emek verdiğimi düşünüyorum. Gerçekten nitelikli emek verdiğimi düşünüyorum,” diyor.
Doğrusu ya, 1981’den 2017’ye otuz altı yıl dur durak demeden, bir kasabanın kentleşebilmesi için çalışıp çabalamış bir insanla sohbet ettikten sonra insan durup düşünmekten kendini alamıyor. Kolay değil; ilk festival organizasyonu, ilk halkla ilişkiler biriminin kuruluşu, ilk kent konseyi oluşumu, ilk memur sendikacılığının oluşması için örgütlenme çalışmalarının içinde yer almak, ilk huzur evinin işleyişinde bulunmak, ilk televizyon yayıncılığını başlatmak, ilk tiyatro kuruluşunda aktif rol almak!..


Bu durum Burhaniye’ye özel bir sevgiyi de içinde barındırsa bile tek başına yeterli olmasa gerek. Bence Uğur Baykent başka bir yerde yaşasaydı da farklı olmazdı hayatı. Olup biteni dinleyince, kendisinin Burhaniye’ye yerleşme kararıyla bu kentin önemli bir değer kazandığını düşünüyorum. Burhaniye bunu görmüş mü görmemiş mi onu bilemem tabii. Gerçi ne fark eder ki? Tarihin kalemi soluk almadan ne var, ne yoksa not ediyor nasılsa… Etmemişse bile bu gün Ender yakaladığı karelerle, ben cümlelerimle bunu yapmaya çalıştık.