top of page

50yüz 100göz şahsiyetleri olarak seçtiğimiz kişilerin on üçüncü kişisi olan Berber Hasan Özavcı ile söyleşmek üzere, Hürriyet Caddesi’nde, Cumhuriyet Meydanı’ndan Koca Cami’ye doğru yürürken, sol kolda yer alan minicik bir dükkândan içeri giriyoruz. Bir iki istisna hariç, hemen her berberin belirgin özelliği olan konuşkanlık becerisine sahip Hasan Bey karşılıyor bizi. Çaylar söyleniyor, hal hatır soruluyor ve sohbetimize başlıyoruz.

“1959 doğumluyum ben. 1974 yılında resmi olarak dükkânı babam Fevzi Özavcı’dan teslim aldım. On yıl babamla birlikte çalıştım. 1984 den itibaren de tek başıma devam ettim. Yani 43 yıldır bu dükkânda çalışıyorum. Babam 1924 doğumluydu, yedi yaşından itibaren hep dükkândaymış, yani 1931’den 1984’e kadar 53 yıl berberlik yapmış.”

Hep aynı yer de mi?

“Evet, Babam da, babamın babası da, babamın babasının babası da bu dükkânda berberlik yapmışlar. 140 yıldır aralıksız… Şimdi sadece berberlik ama o zamanlar aynı zamanda hekimlik binası olmuş bu dükkân. 1868 yılında babamın dedesi Mehmet Özavcı burayı kuruyor, evimizle birlikte… Ve dediğim gibi berberliğin yanı sıra Burhaniye’nin hekimliğini de yapıyor. Avcılığa düşkünlüğünden dolayı seçmiş bu soyadını o zamanlar.”

Burhaniyeli misiniz?

“Benim ailem iki kanattan birleşmiş Burhaniye’de. Bir kanadı 200 yıla, diğer kanadı 140 yıla dayanıyor. Büyük dedem Bulgaristan Karnabat kentinden göç… Önce İstanbul’da yaşıyor ve bu mesleği, edindiği bütün bilgileri, cilt hastalıkları tedavisinden, hacamat yapmaya, diş çekmekten, sülük tedavisine, bildiği her şeyi orada bir Rum doktorun yanında öğreniyor. İstanbul’da 18 yaşında, mesleğini öğrenmiş fidan gibi bir delikanlıyken, 93 harbinde, henüz Bulgaristan’da yaşayan aile büyükleri,  bütün aileyi toparlayıp, buraya göç ediyorlar. Tabii o da ailesinin yanına geliyor. Bu baba tarafı… Anne tarafım da Kafkasya’dan, Çerkezler… Onlar da Şeyh Şamil İsyanından kaçıyorlar. Ve burada herkes bir araya geliyor.

Dediğim gibi şimdi bulunduğumuz noktada iki katlı bir bina yapıyor büyük dedem. Üst kat misafirhane, alt kat dükkân… O zamanlar buralara Türkiye’nin başpehlivanları güreşlere gelirlermiş. Onların kalabilecekleri bir yer olarak yapmış misafirhaneyi. Meraklıymış çünkü güreşlere… Sonra, Burhaniye’nin en zengini sayılan Ethem Tolun’un Rum ustalarına, bundan 140 yıl önce, şu anda benim halen oturduğum güzel bir ev yaptırıyor. Ve işte nesil burada sürüyor. Hali hazırda benim üç çocuğum ve bir tane torunum var. Hepsi Burhaniye’de… Bu mesleğe dair öğrendiğim ne varsa, ben de onlara aksettirmeye çalışıyorum. Babamdan bilgi olarak ne emanet aldıysam hepsini taşıyorum. Dediğim gibi benden sonra gelene de aktarıyorum. Ben hatıraya aşırı önem veririm. Bazen babamın, dedemin mezarına gider konuşurum onlarla… “Allah sizden razı olsun, bıraktığınız emanetleri en iyi şekilde taşıyorum, sizin sayenizde karnımı doyuruyorum” derim onlara…”

Merakımdan soruyorum Hasan Bey, 140 yıllık, üstelik öncesinde sizin büyüklerinizin yaşadığı, birçok anının olduğu bir evde yaşamak nasıl bir duygu?

“Onların inşa ettiği bir evde yaşamak bana çok gurur veriyor. Neden? Çünkü ben tarihe, atalarıma, ananeviye, örfüme, âdetime büyüğüme küçüğüme çok saygılı yetiştirildim. O saygıyı da hiç bozmadan devam ettirmek istiyorum. Başkaları gibi burasını yıkıp da dört katlı, ikişer daireli, apartman yaptırmak gibi şeyler zihnimden dahi geçmiyor. Kendimiz de artık yaş aldığımız için, işlerin nasıl güç şartlarda yapılabildiğini düşünerek, bunları yıkıp dökmek yerine korumak yoluna gidiyorum. Burada ne terler döküldü, ne kazançlar harcanıldı diye düşünüyorum.”

Zaten benim de kişisel düşüncem mekânların insan zihni için çok önemli olduğu yönündedir.  Onların yıkılması, yok edilmesi bizi tarihimizden koparıyor. Tarihimizden kopunca da biraz zavallı oluyoruz sanki. Bu konuda benzer düşünüyoruz. 140 yıllık bir evde elbette birçok eşya vardır geçmişten bugüne kalan. Öyle değil mi?

“Hem de ne çok eşya, sözgelimi 29 Ekim defilesinde benim kızım babaannemin anneannesinin 170 yıllık gelinliğini giyip podyuma çıktı. Sarı atlas, atlasın üstü işlemeli. Bizim evimizde müze açacak kadar malzeme var. İstersek müze açabiliriz. Mutfak gereçlerinden, giyim eşyasına, hekimlik aletlerinden, fotoğraf tarihinin başından bu yana çekilmiş fotoğraflar, daha neler neler”

Bu mesleği yapmaktan ötürü memnun musunuz Hasan Bey?

“50 yıldır bu dükkânda çalışıyorum. Kestiğim saç bir kamyon kasasını doldurur herhalde… Sevmesem yapamazdım ki!”

 

Peki, Burhaniye’nin hatırladığınız yıllarından bu yana, size göre nasıl bir değişim geçirdiğini anlatabilir misiniz?

“Burhaniye’nin elli yıllık bir geçmişi hafızamda şu anda... Bu cadde yıkılmadan önce şehrin tek ana yoluydu. Benim hatırlamaya başladığım yıllarda nüfus on binlerdeydi henüz.  O zamanlar esnaf olduğumuz için insanlarla haşır neşir, samimi olmak ve Burhaniye’de tanımadığımız insan kalmamak şartıyla herkesi ismen, cismen tanıyabiliyorduk. Yani herkesin karakteri hakkında bilgi sahibiydik. İnsanların nasıl yaşantılara sahip olduklarını da görebiliyorduk. O zamanlar olan, şimdi pek göremediğimiz ve olmasını arzu ettiğimiz dürüstlük, saygı, sevgi, yokluğun içinde bütün bunları koruyabilme savaşı, yokluğun içinde var olma savaşı... Şu andaysa insanlar varlığın içinde yokluğu çekiyorlar. Nankörlüklerinden dolayı... İnsanlara karşı saygı yok denecek kadar azaldı. Burhaniye memur tayinleri, onların birbirine tavsiyeleri, sahillerin göze çarpmaya başlamasından dolayı sürekli göç alır duruma gelerek kozmopolit bir Burhaniye haline geldi. Yani yetmiş tane milletin toplandığı yurtiçinden yurtdışından memleketinden kaçanın da geldiği, saygın insanların çok az olduğu- çünkü ucuzmuş buradaki yaşam- temiz havası, buranın insanları cezbetmesine neden oluyor. Şu anda yetmiş binli nüfuslardan söz ediliyor Burhaniye için. Diyelim ki bunun yarısı Burhaniyeli ki herhalde daha az, diğer yarısı da göç edenler. Göç almasının nedeni, Burhaniye’yi yönetenlerin ağzındaki tavırları, edindiğim tecrübelerden dolayı bana göre yanlış bir sistemde gidiliyor. Burasını hep turizm yeri olarak lanse ediyorlar. Burası turizm yeri falan olmaktan çıktı. Bundan sonra da hiç olmayacak bir şekilde bir geriye dönüşüm var. Neden? Burası göç memleketi, yaşlıların memleketi, huzurevi haline getirdiler burayı. Burası turizm merkezi olmaz. Buralı insanın denizinin soğuk olduğunu televizyonda anlatırken dinledim ben. Nerede orta halli ya da gelir durumu dar insan varsa buraya geldi. Dolayısıyla ekonomik olarak da bir gelişme durumu yok. İşte bahçe sistemiyle, tarla sistemiyle kendi yağında kavrulan büyük bir ilçe görünümünde Burhaniye… Yine söylüyorum ne turizm kenti yapabilirsiniz artık burayı, çünkü yerleşim düzenini kaçırdınız, ne de gelenlerin ahlaki şeylerinden çala çala unuttuğunuz kendi örf ve âdetinizi tekrar bulursunuz. Biz o dürüst günleri arıyoruz. Yalanın dolanın talanın olduğu bir memlekete kaldık artık.” (Bütün bunları tabiri caizse nefes almadan anlatıyor Hasan Bey. Belli ki epey dertli bu konuda)

Sizce bunlar hep dıştan gelenlerin etkisiyle mi oldu yani?

“Hayır, ama onların çok büyük etkisi var. Bizim buraları mutaassıp bir yerdi, geldiler buraya açılmaya başladılar. Bizim yeni nesil de açılmaya başladı. Yeni nesil onlarla birlikte yalanı, dolanı gördü ve bunlar çoğalmaya başladı.”

Yani siz Burhaniye’ye olan göçten biraz hoşnutsuzsunuz öyle mi?

“Evet, doğru… Biz ancak kendi aile etrafımızı, eşimizi dostumuzu acaba bu batakhane içinde nasıl derli toplu temiz namuslu dürüst bir şekilde yetiştirebiliriz acısına kaygısına düştüm ben.”

(Hasan Bey’in söyledikleri karşısında düşündüklerimi sohbet konumuz başka olduğundan o esnada dile getirmesem de burada bir iki satır yazmak istiyorum. Elbette göçler bir kentin çehresini iyi ya da kötü bir biçimde değiştirir. Ancak sözünü ettiğimiz 80’li yıllar sürecinde, Türkiye’nin maalesef olumlu anlamda olmayan büyük değişiminden, göç olmasaydı bile Burhaniye de nasibini alacaktı. Belki işler başka türlü geliştiği için bu kanıtlanabilir bir iddia değil ama ülkenin geneline bakınca bu çıkarsamayı yapmak hiç de zor değil bence.)

Çocukluk döneminize, o dönemde çocukların sosyal hayatlarına dair bir şeyler söylemek ister misiniz?

“Öksüz Osman İlkokulu’nda başlayıp 8 Eylül ilkokulu’nda devam ettim ben. O zamanlar herkeste bir iş vardı, bir meşgale alanı vardı. İşte nüfus az olduğu için bağ bahçe işlerine yardım ederdi çocuklar da. Yazları çıraklık öne çıkardı. Çocukların boşta olanı kalmazdı. Herkes bir meslek grubuna giderdi. Böylece çocukların kontrolü de sağlanmış olurdu. İnsanlar da işte dediğim gibi bağ bahçe, küçük esnaflık gibi işlerinde çalışır, kavrulur giderlerdi. Mütevazı bir yaşam vardı, para az dönerdi. Herkesin karnının doyduğu, başının üstünde evi olduğu bir dönemdi. Gayet iyi hatırlıyorum, sadece iki tane polis Burhaniye’nin huzurunu sağlardı. Şimdi timler geliyor da sağlayamıyorlar.”

Hangi oyunları oynardı çocuklar?

“Çelik çomak, bilye, döndirekler topaç yani, En büyük lüks bisiklete binmek, futbol oynamaktı. Böyle geçti çocukluğumuz. Türklerin geleneksel oyunlarının bütün sisteminin yürüdüğü, çok samimi arkadaşlık ortamında yani… Çünkü az insan, beş on tane arkadaşın arasında geçen ömür. Kızlı erkekli mahallede oynardık. Çünkü insanların birbirlerine karşı bakış açıları çok sağlamdı. Yani bir delikanlı, kendi mahallesinden bir kızı kardeşi olarak görürdü.”

Büyüklerin yaşantıları hakkında hatırladıklarınız var mı?

“Burhaniye’de 3 tane sinema vardı. Ve o zamanlar sinemanın önemi büyüktü. Akşamları insanlar ailecek akın akın sinemaya giderdi. İnsanların maddi imkânları da buna yetiyordu o zamanlar. İnsanlar işlerinden eve gelirler, ailelerini alırlar, ta Geriş’ten, Kavakdibi’nden bile parka gelirlerdi. Bu cadde boydan boya yürüyüş podyumu olurdu.”

Peki diyorum parkın yenilenmiş haline ne diyorsunuz? Ben hâlâ merak halindeyim, kazlarıyla, fıskiyesiyle, yarattığı serinlikle o havuz niye kaldırıldı diye…

“Park bizim zamanımızda çok önemli bir yerdi. Oraya gitmek, bir gazoz içmek mühimdi. E işte, yerel yönetimler başka bir şeylere yer açmak için, var olanları daraltıp duruyorlar. Örneğin bu cadde 7 metre genişletildi. Caddeyi 7 metre genişletmek, benim gibi onlarca insanı mağdur etmekle mümkün oldu. Çünkü bizim binalar yıkılıp küçültülerek tekrar yapıldı. Amme hizmeti diye sesimizi çıkarmadık ama ne oldu? Genişletilen yolun genişletilmiş bölümü, işte bakın oto park haline geldi. Bu durumda devlet bizim yerimizden rant sağlamış olmuyor mu? Madem böyle olacaktı, yol yine daralacaktı, niye yıktın ki burasını? İşte parkın yıkılıp yeniden yapılması da bunlardan ibaret...”

20 yıl sonrasının Burhaniye’sini hayal edebiliyor musunuz?

“Çok daha kalabalıklaşacağını düşünüyorum öncelikle. E bir fabrika yapılmıyor, tarım bitiyor, turizm gelişmiyor. Nüfus arttıkça artıyor. İyi bir şey olmayacağı belli… Eski binalar bir bir yıkılıyor. İnsanların bir kısmı rantın peşinde, bir kısmı yokluktan kentsel dönüşüme veriyorlar evlerini. Çehre de değişiyor böylece.”

Evet, bu konu az önce dediğimiz gibi benim de kafamı kurcalar her zaman. Düşünsenize siz on yaşınızda bu dükkândan çıkıyordunuz, evinize gidiyordunuz. Bir takım sokaklardan, iş yerlerinin önünden geçiyordunuz. Bunların tümü sizin çocukluğunuzdu. Şimdi ise şükür ki dükkân yerinde ama yine aynı yollardan eve giderken hemen her şey değişmiş durumda. Bir yabancılık duygusu anlamadan gelip içine oturur insanın gibime geliyor. Hatta insan kendine bile yabancılaşır bu durumda. Neyse… Berberler her şeyi bilir, çünkü gelenler içlerini dökerler. Sizde de öyle mi?

“Şimdi şöyle, bir denetimli bir şekilde olanı var. Bir de dedikodu şeklinde analizler var. Ben ikinci gruptan değilim ama benim bildiklerimi Burhaniye’de hiç kimse bilemez diye iddia edebilirim. Çünkü dört dil bileni de buraya oturuyor, delisi de buraya oturuyor, amiri de, memuru da buraya oturuyor. Dolasıyla herkesten bir bilgi akışı oluyor. Genellikle bana bilgi almak için gelirler, eşten dosttan, siyasi açıdan en bilinmedik şeyleri, çünkü müşteri yapımız öyle. Gelir sana anlatır, eğer sen bunları deşifre edeceksen o başka bir şey, etmezsen o senin kendi hasletine…

Son olarak bu dükkânda olmuş, unutamadığınız bir anınız var mı?

“Benim değil de, Dedem zamanında geçmiş dükkân hikâyeleri var, özellikle ismini hatırlayamıyorum şimdi dedemin bir çırağı varmış onunla ilgili. Herhalde aklı biraz kıt bir çocukmuş. Onun iki hikâyesini anlatayım. Bir tanesi yukarısının henüz misafirhane olduğu günlerde orada kalan güreşçilerden etkilenmiş çocuk. Akşamları da dükkânda yatıyor. Bir gün sabah komşular dedeme geliyor. Dün gece senin dükkânda ne oldu diye soruyorlar merakla. Dedem anlamıyor. Sonra çırağı sorguya çekince meğerse çırak bütün gece güreşçilere özenmiş. Bir sandalyeyle güreş tutup durmuş…

Bir de bundan herhalde 100 yıl önce falan. Burhaniye’de son idam cezası uygulanırken Koca Camii’nin orada, bu çırak da şahit olmuş törene. Çok etkilenmiş herhalde, dili dışarda ölürken nasıl hissettiğini düşünmüş. Gece yine dükkânda asılı bir zincire boynunu bağlayıp kendini boşluğa bırakmış. Allahtan zincir kopmuş da ölmekten kıl payı kurtulmuş çocuk.”

Gülelim mi, ağlayalım mı bilemiyoruz son anlatılanlara. Teşekkür ederek ayrılıyoruz Hasan Özavcı’nın tarihi berber dükkânından.

7_1575x1050.JPG
26_1575x1050.JPG

©00:00 December 8 th 2016 by Filiz Engin, Ender Kurt. Proudly created with Wix.com

bottom of page