top of page

Bir cumartesi günü K. Sanayi Sitesi 437 Ada Numara 16'daki dükkânının kapısından girdiğimizde, vakit epey geç olmasına rağmen Raşit Usta, tek başına tezgâhının önünde, elindeki doğramaya şekil vermekle meşguldü hala. 1946 yılında Burhaniye’de doğmuş, Koca Cami Mahallesi’nde büyümüş, askerlik görevi dışında kasabamızdan hiç ayrılmamış Raşit Polat’tan söz ediyorum.

Kökleriniz de buradan mı Raşit Bey?

Efendim şimdi şöyle… Üç dört asır önce büyük dedemiz zamanın padişahı tarafından bölükbaşı olarak Karaağaç Köyü’ne gönderilmiş. Aslen Kafkasya’dan gelmeyiz, Çerkeziz. Bilir misiniz bilmem o zamanlar padişahlar, Çerkezlere iri yarı insanlar oldukları için daha çok önem veriyormuş. E harpler bilek gücüyle oluyordu tabii… Muhafızlarını askerlerini, Çerkezlerden seçermiş. Herhalde dedemiz de büyük bir başarı göstermiş ki, bölükbaşı olarak Karaağaç’a tayin etmiş onu. O zamanlar Burhaniye daha yeni teşekkül ediyormuş. Geriş Mahallesi varmış bir tek.  Karaağaç’tan bütün bölgenin asayişini temin ediyormuş. İşte biz o zatın torunlarıyız. Bizim amca dedemiz Memiş Cami’ni inşa etmiş. Adını duymuşsunuzdur belki, Muhiddin Rumi Hazretleri o camide müderrislik yapmış. Koca Cami’nin temellerini yapan kişi Muhiddin Rumi. Burhaniye’nin sultanlarından yani...

Marangozluk işine ne zaman başladınız?

Benim Babam da marangozdu, Burhaniye’nin en iri, en çaplı adamı. Koca Necmi derlerdi. Yaşlı insanlar bilirler kendisini. Çok küçük yaşta başladım ben bu işe. Onun evladı olarak bu işi götürüyorum hala ama benden sonra devam edecek yok.

Bize biraz geçmiş yıllardaki Burhaniye’den söz eder misiniz?

Eski Burhaniye çok sevecen ve misafirperver bir yerdi. Benim çocukluğumda çok insancıl bir yaşam vardı. Herkes birbirine yardım ederdi. Mahallemizdeki diğer insanlarla akraba gibiydik. Herkes herkesin evine rahat rahat girip çıkar, evinde değişik bir şey pişiren muhakkak komşusuna da tattırırdı. Ama bugünkü ortama bir bakın. Bütün bu adetler kalktı.

Peki, eski tanışlar arasında da bu adetler kalktı mı?

E tabii, birçok arkadaşımız yabancı kişilerle izdivaç ediyor, yani dışardan gelenlerle de evlenme çok oluyor. Birçoğu ile artık dışarda karşılaşırsak birbirimize selam verip hal hatır soruyoruz. Gerçi az da olsa kendi adetlerini tutan, sürdürenler de yok değil. Hele hele Geriş Mahallesi’nde… Mesela bir düğün olsa orada, herkes birbirine yardım eder. Bugün on daireli bir apartmanda kimse kimseyi tanımıyor. Ben kırk senedir Barış Manço Parkı’nın yakınında oturuyorum, kırk senelik komşularımızdan iki üç tane kaldı. Yani diyeceğim o gelenekler kalktı.

Yeri gelmişken sormak istiyorum. Burhaniye’nin bu göç alan kimliği size nasıl görünüyor? Olumlu mu olumsuz mu düşünceleriniz merak ediyorum. Yani eski Burhaniye ile karşılaştırınca sizde ne tür duygular uyandırıyor bu durum?

Burhaniye’nin öz yerlisi olarak üç bin küsur nüfusu var. Çok az tabii. Düşünsenize şimdi toplam nüfus elli bini aştı. Yani burada yaşayanların çoğu dışardan artık. Bir emekli kasabası oldu artık burası. Bugün bir Akçay’a ve Burhaniye’ye baktığınız zaman biz çok geriden gidiyor gibiyiz. Daha çok yeri imara açsalardı, daha çok göç olurdu, daha güzel olurdu, daha hareketli olurdu burası. İş sahası fazla olurdu. Şimdiki halinde emekliler zaten para harcamaya korkuyorlar, dışardan gelen yazlıkçılar da yazdan yaza geliyorlar ancak. Bir de büyük firmalar küçük esnafı yok ediyor. Marketlerin ufak bakkalları bitirdiği gibi… Bizi de hazır mobilyalar bitiriyor. Ben doğrusunu söylemek gerekirse mesleğimi sevdiğimden çalışıyorum. Zevk alarak çalışıyorum. Ama bir yere kadar tabii. Artık çırak da yetişmiyor. Endüstri meslek liselerinden de çocuklar mezun oluyor ama bence boş çıkıyorlar okullardan. Biz alaylı olarak yetiştik. Ustalarımıza en az beş sene hizmet ettik. Hiç para gözetmedik. Şimdi maalesef öyle değil. Ama çocuklar da haklı tabii. On sekiz yaşındaki bir çocuğun buraya gelip de bir zanaatkâr olması mümkün değil. Çok daha erken başlaması gerek. Böyle böyle el sanatları bitiyor yani.

Peki sizin çocukluğunuz döneminde çocukların sosyal yaşamı nasıldı? Ne tür oyunlar oynardınız? Okulda ya da okul dışında neler yapardınız?

O zamanlar şimdiki zamanlara göre çok farklıydı tabii. Masallar dinlerdi mesela çocuklar. Kendi imkânlarıyla oyuncaklar yaparlardı. Benim ellerim biraz fazla becerikliydi herhalde, tel arabalar yapardım. Kendi kendimize imkânlar yaratırdık ve oyunlarımızı da öyle kurardık. Şimdiki çocukların son model oyuncakları var. Bizim kafalarımız somut bir şeyler yapmaya daha çok çalışıyordu. Fakat şimdiki çocukların aklı daha başka şeylere çalışıyor. Mesela dört yaşındaki torunum internet kullanmayı biliyor.  Ama ilerde ne olur bu çocuklar, hangisi daha iyi doğru onu bilemiyorum.

Ben yine sizin çocukluğunuza dönmek istiyorum. Mesela akşamları sokağa çıkar mıydınız?

Evet, çıkardık. Kendi gurubumuz vardı, arkadaşlarımız vardı. Sinemalar vardı. Ören yeni gelişmeye başlamıştı bizim çocukluğumuzda. Ören’e giderdik yaz günleri. Aslına bakarsanız ben çalışmaktan, pek dolaşmayı bilemedim. Çünkü babam çalışıyordu. Ben de çalışmak mecburiyetindeydim.  Ben varlıklı bir ailenin çocuğu değildim. Fırsat buldukça işte sinema, ören, park gezmelerimiz olurdu tabii. Hakkımıza da razıydık hani. Hiç kimse kimseyi kıskanmazdı. Şimdi bakıyorum da, herkes birbirine haset ediyor. Evlerde, ailelerde de böyle bu durum. Herkes birbirine özeniyor. Onda o var, falanca koltukları değiştirmiş…

Ya hatırlıyorum da, ben 1972’de evlenince bir sene sonra anca alabildim buzdolabı. Buzdolabı lüks bir eşyaydı. Hatta vergi çıkıyordu buzdolabı için. Televizyonu kaç yıl sonra alabilmiştim. Ama şimdi insanlar doyumsuz oldu yani. Bakıyorum on kazanan on beş yirmi harcamaktan çekinmiyor.

Hangi okulda okudunuz?

Yeni Okul vardı, orada okudum. Boğalı Park var ya, oradaydı. Şimdi kalktı.

Park deyince aklıma geldi Şehit Turan Bayraktar parkının yeni halini nasıl buluyorsunuz Raşit Bey?

Eski parkımız daha otantikti tabii. Havuz vardı, şimdi de güzel ama… Eskiden o parka genç kızlar gelir otururdu. Genç erkekler de başka masalarda tabii. Genellikle sinemaya gitmeden önce oturulurdu parkta. Sinema vakti gelene kadar orada vakit geçirilirdi. Bu şekilde karşıdan karşıya bakışılırdı yani.

Peki sizce Burhaniye bir on, on beş yıl sonra nerede olur? Nasıl bir yer olur yani?

Vallahi şimdi burası fil mezarlığı gibi oldu. Herkes ölmeye geliyor buraya. Çok hızlı göç alıyor, artık bilmiyorum yani. O sadelik kalktı. Burhaniye üretimin çok olduğu, üretken nüfusun arttığı bir yer değil. Ama çok inşaat var yine de. Alan ya kira geliri için alıyor, mesela İstanbul’da bir buçuk milyona ev satıyor. Buradan üç beş tane ev alabiliyor o parayla. Ama şimdi mesela Edremit duyduğum kadarıyla bu inşaat meselesiyle ilgili patladı. Artık satışlar çok düşmüş. Aynı müteahhitler şimdi Burhaniye’ye geçti, burada daha hızlandı inşaat. Sonuçta arz talep meselesi bu… Şimdi elli tane ihtiyaç varsa, sen yüz elli tane ev yaparsan yüz tanesi kalacak elinde. E banka kredisi vardı, şimdi onun faizi de biraz yükselmiş. Ne olacak? Alamamaya başlayacak insanlar.

Burhaniye’de bir iş potansiyeli yok. Tek bir fabrika var Burcu, burada AVM de yok. E dediğimiz gibi emekli nüfus yoğun. Harcanacak para da Edremit’e kayıyor. Bir de Edremit’in esnafı daha becerikli. Burhaniye’deki esnaf öyle değil. Müşteriyi tavlamak için çok bir şey yapmıyorlar. Burada esnaf da yabancılardan çoğunlukla... Yerli pek kalmadı.

Peki biraz da mesleğinizden söz edelim. Siz çocukluğunuzdan beri bu işi yapıyorsunuz, baba mesleğiniz. Geçmiş yıllardaki getirisi ile şimdiki aynı durumda mı?

Şimdi biz geçmiş zamanda hakkımızı alabiliyorduk. Ben 1970 de açtım dükkânı. Kazancımız iyiydi. Fakat zaman ilerledikçe rekabet çok çoğaldı. Hazır mobilya ile yani. Onlar da çok daha ucuza yapmıyor belki ama on iki taksit yapıyor mesela. E biz yapamıyoruz onu tabii. Bana ancak eski müşterilerimin çocukları falan geliyor artık. Aslına bakarsanız ben de eskisi gibi iş peşinde koşmuyorum. 73 yaşında insanım. Dedim ya daha çok zevkim için bir üretim yapmaya çalışıyorum.

Kullandığınız malzemeleri siz peşin parayla mı alıyorsunuz?

Evet, hatta önce parayı gönderiyoruz, sonra malzeme geliyor. Artık kimse, vadeli mal vermiyor. Eskiden böyle değildi. Veresiye alabiliyorduk. Daha doğrusu veresiye değil de, senet ya da vadeli çekle. 3 ayı bulabiliyordu vade.

Peki kullandığınız hammadde ahşap, sunta ve diğerleri yerli mi yoksa ithal mi?

Hepsi ithal, yerli bir şey kalmadı artık. Onun dışında pen de bitirdi bizi. Plastik doğrama yani. Ama bir gün gelecek o pene yönelen insanların hepsi geri dönecek. Çünkü bu kanserin artışında onun da etkisi var. Penin içinde aspes var, her gece yatıyorsun oksijen kalmıyor odada. Hava girmiyor içeri. Bir de malzemedeki o maddeyi soluyorsun.  Sabahleyin baş ağrısıyla kalkıyorsun. Sinsi sinsi ilerliyor o hastalık. Bir gün geliyor, kansersin diyorlar sonra. Şimdi su bazlı boyalar çıkardılar ahşap için. Keşke daha önce çıksaydı onlar, belki penlere yönelmezdi o zaman insanlar. Tabii artık ahşap da çok pahalıya gelmeye başladı. Dövizle alıyoruz dışardan. Döviz aldı başını gitti.

İki çocuğu var Raşit Usta’nın, bir kız, diğeri erkek… İkisini de büyütmüş, meslek sahibi edindirmiş olmanın kıvancı okunuyor yüzünden. Çok bunaldığınız günlerde her şeyden biraz uzaklaşarak gidip rahatladığınız bir yer var mı diye soruyorum.

Bir zamanlar çok ava giderdim ben. Keklik, tavşan avına, iyi gelirdi bana.  Şimdi yapamıyorum ama. Zaten av da kalmadı ya.  Gittiğimiz bazı piknik yerleri var ve bir de yaz aylarında Orjan sitesindeki yazlık evimde vakit geçirmeyi seviyorum. Çoluk çocuk da geliyor oraya.  Akşamüzerleri oradaki kafeye çıkıyoruz. Bana iyi geliyor. Ben aslında hiçbir zaman öyle daha fazlasını aramadım. Yedi yaşında başladım çalışmaya hala daha çalışıyorum işte.

Son olarak biz sormasak da sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı Raşit Bey?

Onu bilir onu söylerim; Varlık seviştirir, yokluk dövüştürür.  Benim istediğim herkes huzur içinde çalışsın, huzur içinde yaşasın ve herkes bilsin ayrıca, ter döküp çalışmadan bir şey olmuyor.

Teşekkür edip yanından ayrılmak üzereyken dükkânın girişindeki bisiklet Ender’in gözüne çarpıyor. “Abi” diyor, “Ben bu bisikleti tanıyorum. Bildim bileli sen de var bu değil mi?” diye soruyor.

Gülüyor usta. Yirmi beş senesi var herhalde diyor. Ben yokluktan geldiğim için herhalde, hiçbir şeyi atamam kolay kolay. Bu bisiklet de bazen arızalanıyor ama ben tamir ettirip binmeye devam ediyorum.  Bazen iş yapmak için gittiğim evlerde eski eşyaları çıkarttıklarını görüyorum. Dayanamıyorum getiriyorum buraya. Sonra bir ihtiyacı olana veriyorum. Atılmasına kıyamadığım için. Bu da bir hizmet yani, öyle değil mi?

©00:00 December 8 th 2016 by Filiz Engin, Ender Kurt. Proudly created with Wix.com

bottom of page