"Hikayeleşen Kareler, Fotoğraflanan Cümleler"

Meydan’dan eski garaja doğru yürürken, sol kolda bir kemer vardır, Şok Market’in tam karşısında. Kemer’in altından geçip elli metre kadar yürüdükten sonra yine sol kolda yan yana iki ayakkabı tamircisi vardır. Biz geçtiğimiz hafta sonu onlardan birine konuk olduk. Bulgaristan’dan göç eden ailesiyle birlikte henüz bir yaşındayken buralara gelmiş, şimdi 68 yaşında olan İsmail Balcı.

On üç yaşından bu yana elleri ve aklıyla ayakkabı yapıyor, tamir ediyor. Çanta, mont, çizme ve benzeri eşyalar eskiyken yeni oluyor onun ellerinden, onun tezgâhından geçtikten sonra. Ayakkabı yapıyor dedim ama aslında mesleğin bu bölümü geçmişte kalmış. Çünkü malum, artık hazır almayı tercih ediyor insanlar. Oysa İsmail Usta sayacılığı, yani ayakkabı yüzünü dikmeyi öğrenmek için askerliğinden sonra beş yıl daha çıraklık yapmaya razı olmuş mesleğine dair eksik bilgisi kalmasın diye!



Sohbetin bir yerinde “Ayakkabı tamirciliği yok olacak bir mesleğe benzemiyor bence” dedim. Fikrime katılmadı Usta. “Vallahi bilmiyorum bayan hanım, biter gibi geliyor bana” dedi. Tam ben “Pahalı bir mağazadan alınan bir ayakkabıyı ertesi yıl çöpe atmak pek öyle kolay bir karar değil, az gelirli vatandaş için” diye fikrimde ısrar ederken içeri daha önce tamire bıraktığı çizmelerini almaya gelen genç bir kadın girdi.



İsmail Usta bir torbada teslim etti çizmeleri. Kadın torbayı açtı, kontrol etti. “Güzel olmuş, güzel yapmışsınız” dedi. İsmail Usta sesindeki belli belirsiz bir gurur tonuyla “Tabii ki yani” diye cevap verdi. O sırada bana döndü kadın. “İnanılmaz bir şey, bir çizme alıyorsunuz her sene topuğu çıkıyor” diye dertlendi. Ben de “Ama ayakkabı tamircisinin elinden geçtikten sonra hiçbir şey olmuyor öyle değil mi” dedim. Kadın başını sallayarak cüzdanına davrandı. İsmail usta “Ücreti ödemiştiniz bayan hanım, on beş lira” dedi. Kadın “Ben çok memnunum biraz daha vermek istiyorum, az geldi bana” diyerek bir on beş lira daha uzattı. Usta önce ne yapacağını bilemedi. Sonra teşekkür edip “Kesenize bereket” diyerek aldı parayı. Kadın çıktı, Usta şaşkındı. “İki çivi çaktık, otuz lira kazandık. Elli yıldır bu işi yapıyorum, ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum” dedi ve “Herkese çay benden” diye ekledi gülerek.



“Meslekle ilgili bir hastalık falan var mı” diye sordum sonra. “O buralarda olmaz, büyük şehirlerde bodrumda, havasız yerde yapıyorlar ayakkabıcılığı. O yüzden hastalanıyorlar. Biz çok şükür havadar yerdeyiz” dedi eliyle dışarıyı işaret ederek. Oturduğu yerden gelen geçeni de görüyor İsmail Usta, gökyüzünü de.




Biraz sessizlik oldu. “ E, bayan hanım hayat bu işte, geldi geçti makinenin başında” dedi sonra. Bunları söylerken ne bir hüzün, ne bir sıkıntı vardı sesinde. “Sağlığım elverdiği sürece işime devam edeceğim ben” diye ekledi sonra. Eminim edecektir de… Ender’in fotoğrafları yaptığı işten memnun bir insanı anlatmıyor mu size de?




